GİRİŞ
     Ana Sayfa
     Bilmeceler
     Biliyormusunuz?
     Espiriler
     Fıkralar
     Garip Olaylar
     Hikayeler
     Kahkaha Merkezi
     Komik Yazılar
     Sözler
     Forum
     Gazete
     Radyo
     Anketler
     Top liste
     Ziyaretçi defteri
     İletişim
     Hakkında
     Canlı Destek
     Hava Dururmu



BİLGİNUM - Biliyormusunuz?


Türk Olmak

Türk Olmak;
- Ev telefonunu arayıp ‘evdemisin?’ diye sorabilmektir,
- Kavgadan sonra ‘teker teker gelin’ diyebilmektir,
- Arabanın arkasına ‘hatalıysam ara’yazıp numarayı vermemektir,
- Şampuan kutusu bitmek üzereyken kutuya su doldurup şampuanı çoğaltabilmektir,
- Sıkışınca CTRL+ALT+DEL yapabilmektir,
- Google Earth’de kendi evini bulmaya çalışmaktır,
- Gaz kaçaklarını ‘çakmak’ ile kontrol etmektir,
- Maaş’ının 2 katı değerindeki cep telefonuna sahip olabilmektir,
- Ambulansların hasta taşıdığına inanmamaktır,
- Televizyon yada bilgisayarın üstünü dantelli örgü ile örtmektir,
- Her güneş tutulmasını siyah camla izlemektir,
- Çizgili pijama giyebilmektir,
- Gelen misafirlerin kapı önündeki ayakkabılarını düz çevirmektir,
- Mirc’e bayan nickiyle girip erkekleri kandırmaktır,
- Bulmacalardaki resimlere bıyık,sakal çizebilmektir,
- Kitapların ön sözlerini okumamaktır,
- Nuri Alço’yu halk kahramanı yapabilmektir,
- Ayda bir altın günü yapmaktır,
- Her canlı yayında ’70 Milyon Bizi İzliyor’diyebilmekir,
- Her güneş tutulmasını siyah camla izlemektir,
- Faturaları son gün ödemektir,
- Elindeki silahla şaka yapabilmektir,
- Bu yazıları okuyup ‘harbiden de böyle oluyo’ diyebilmektir

Atm Şifresini Ters Girince Ne Olur Biliyormusunuz?

Şifreyi Ters Girince Neler Olduğunu Kaç Kişi Bİliyor ?

Eger bir gun ATM makinelerinden bir soyguncu tarafindan para cekmeye zorlanirsaniz;
PIN kodunuzu ters girmeniz halinde (Orn. 1234 yerine 4321.. gibi) Makine parayi veriyor ancak bu arada polis de cagiriyor.
Bu konuyu cok nadir kisinin bildigi icin, mumkun oldugunca cok kisiye bildirelim.

Daha once duymadınız

Pis Kokusundan Dolayı Kovulan Elçi Veli lakaplı II. Bayezid'in padişahlığı. döneminde Istanbul'a, Moskova kralının elçisi sıfatıyla Mihail Plachtneef isimli birinin geldiğini . .
Bu adamın, insanı istifra ettirecek kadar pis kokmasından dolayı yıkanması için hamama götürüldüğünde, bu keferenin hayatında hiç hamam görmemiş olup yıkanmak ve çamaşır değiştirmek adetine aşina olmadığı ve kimse ile görüştürülmeden pisliğinden dolayı Istanbul'dan kovulduğunu…

Iade-i Ziyaret
Meşhur bir politikacımıza Fransa'da: "Siz Osmanlıların Viyana kapılarında ne işiniz vardı? diye sorması üzerine, o politikacımızın gayet veciz bir şekilde: "Haçlı seferlerinin iade-i ziyaretiydi diye cevap verdiğini .

Içi Yivli Toplar ve Ecdadımızın Sızlayan Kemikleri

Yavuz Sultan Selim Han'ın Ridaniye Savaşı'nda, ileri görüşlü babası Sultan II Bayezid' ın icadı olan "içi yivli topları kullanarak büyük başarılar elde ettiğini..

Bugün ise bizlerin hala II Bayezid'in bu büyük icadını tarih kitaplarımızda: "Yivli top 1868 de Almanlar tarafından icad edildi" diye okutma gafletini göstererek ecdadımızın kemiklerini sızlattığımızı..

Ağaca Asılan Zekat Parası Fatih Sultan Mehmet Han devrinde bir Müslümanın. günlerce dolaşıp yıllık zekatını verebileceği fakir birini arayıp bulamadığını , Bunun üzerine zekatının tutarı olan parayı bir keseye koyarak Cağaloğlu'ndaki bir ağaca asıp, üzerine de:

"Müslüman kardeşim, bütün aramalarıma rağmen memleketimizde zekatımı verecek kimse bulamadım. Eğer muhtaç isen hiç tereddüt etmeden bunu al" diye yazdığını..
Ve bu kesenin üç ay kadar o ağaçta asılı kaldığını……

Insanlığın En Muhteşem Harikası

Osmanlı içtimai yapısı üzerine uzman olan Erlanyen Üniversitesi profesörlerinden Hutterrohta :
"Osmanlı Devleti, geniş topraklarını ve üzerindeki çeşitli kavimleri, Topkapı Sarayı'ndan mükemmel bir şekilde idare ediyordu. O saray da batıdaki en mütevazi bir derebeyinin sarayı kadar bile büyük değildi. Bu nasıl oluyordu?" diye sorulduğunda, Profesör Hutterroht'un:

"Sırrını çözebilmiş değilim. 16. asırda Filistin'in sosyal yapısı üzerinde çalışırken öyle kayıtlar gördüm ki hayretler içinde kaldım. Osmanlı, üç yıl sonra bir köyden geçecek askeri birliğin öyle yemeğinden sonra yiyeceği üzümün nereden geleceğini planlamıştı. Herhalde Osmanlı, devlet olarak insanlığın en muhteşem harikasıdır" diye cevap verdiğini…

Abdülhamid Han'ın Istihbarat Gücü Batılı emperyalist güçlerin, Ermenileri piyon olarak kullanıp kışkırtarak Anadolu'da karışıklıklar çıkardığı günlerde, Ingiliz Büyükelçisi'nin Sultan Abdülhamid'e gelip, küstahça: "Daha ne kadar Ermeni öldüreceksiniz?" diye sorma cüretini göstermesi üzerine, Ulu Hakan'ın keskin bakışlarını elçinin üzerine dikerek:

"Filan gün, filan saatte Karadeniz'in filan noktasına yaklaşıp, karaya Ermenileri Türklere karşı silahlandırmak için şu kadar sandık malzeme çıkaran ve komitacılara teslim eden Ingiliz gemisinde, Türk başına kaç silah bulunuyorsa tam o kadar Ermeni öldüreceğiz. " cevabını verdiğini…Sultan Abdülhamid'in bu muazzam istihbarat gücü karşısında Ingiliz elçisinin dehşete kapılarak aptallaştığını…

Lavrens'in Itirafı
Arapları aldatarak Osmanlı Devleti aleyhine kışkırtıp isyana sevkeden Ingiliz casusu Lavrence'in, yardımcıları Nuri Said, Faysal ve Şerif Hüseyin ile birlikte Şam'da Türkleri katlettikten sonra: "'Evet onları isyana ben kışkırtmıştım. Ama böylesine vahşice kan dökeceklerini hiç tahmin etmemiştim. Bazı mahalleleri gezerken silahsız Türk askerlerinin nasıl öldürüldüklerine bakamadım;tiksindim bu vahşetten…" diyerek itirafta bulunduğunu .

OSMANLI DÖNEMINDE FAKIR MAHALLELERIN SOKAK ARALARINDA ÇEŞMELERIN YAPILIR AMA BU ÇEŞMELER ASLI GÖREVININ DIŞINDA AYNI ZAMANDA ZENGIN HALKIN GIZLICE GELIP BURALARA PARALAR BIRAKTIĞINI VE O RADA YAŞAYAN FAKIR HALKIN SADECE IHTIYACI KADARINI GIDIP BU ÇEŞMELERDEN ALDIĞINI….

DUYMUŞ MUYDUNUZ?

Insan korkunca niçin dişleri birbirine vurur?

Bir insan büyük bir tehlike veya korku verici olayla karşılaşınca vücudu otomatikman savunmaya geçer. Diğer canlılarda olduğu gibi dişler ve çene savunmanın ana mekanizmalarıdır.Işte bu nedenle ilk insanlardan gelen kalıtımsal yapıdan dolayı önce çene ve dişler harekete geçer. Çenedeki kaslar titrer, bu da sanki dişler birbirine vuruyormuş gibi görüntü verir

Tarihimizden Sayfalar

Osmanlı içtimai yapısı üzerine uzman olan Erlanyen Üniversitesi profesörlerinden Hutterrohta :
— "Osmanlı Devleti, geniş topraklarını ve üzerindeki çeşitli kavimleri, Topkapı Sarayı'ndan mükemmel bir şekilde idare ediyordu. O saray da batıdaki en mütevazı bir derebeyinin sarayı kadar bile büyük değildi. Bu nasıl oluyordu?" diye sorulduğunda, Profesör Hutterroht'un:
—-"Sırrını çözebilmiş değilim. 16. asırda Filistin'in sosyal yapısı üzerinde çalışırken öyle kayıtlar gördüm ki hayretler içinde kaldım. Osmanlı, üç yıl sonra bir köyden geçecek askeri birliğin öyle yemeğinden sonra yiyeceği üzümün nereden geleceğini planlamıştı. Herhalde Osmanlı, devlet olarak insanlığın en muhteşem harikasıdır" diye cevap vermiştir.

Hızlı Okumayı Biliyor musunuz?

HIZLI OKUMAYI BILIYOR MUSUNUZ?
Okuma, insan hayatının hiçbir yaşında vazgeçilmeyecek bir etkinliktir. Okııma, bilgi edinmenin en sağlam yoludur.
Hızlı bir «sessiz okuma» alışkanlığı ise, bugün herkes için çok gerekli bir beceri olmuştur. Bugünün insanı, gazete, dergi gibi herkesi ilgilendiren yayınlar yanında, edebiyat eserlerini, her gün bir yenilik öğreten meslekî yayınlarını da izlemek zorundadır. Bu yayınları izlemekten vazgeçmek, insanı toplumun dışında bırakacağı gibi, işinde ilerlemekten de alıkoyar.
Amerika'da «Çabuk ve Daha Iyi Nasıl Okunur?» başlıklı bir kitap yazmış olan Nornıan Lewis (Luvis): «Orta düzeyde bir insan yavaş okuyor» demiştir. Söz dağarcığı zengin, bilgisi geniş, anlayış hızı normal olan bir kimse hızlı okuyabilir. Ağır okumak, bir metni anlayabilmek için gerekli değildir; okuduğunu anlayabilen bir kimse, aynı metni on kat daha hızlı okuyabilir.
New York'ta orta yaşlı kimselerin yetersiz okuma alışkanlıklarını düzeltmek için kurslar açan Norman Lewis: «Çocuklara öğretilenlerin en önemlisi, belki de 'okuma sanatı'dır» diyor. Hızlı okuma becerisi gerektirmeyen hiçbir çalışma alanı yoktur. Oysa yetişkinlerin en az % 68'i hızlı bir okuma alışkanlığı kazanmış değillerdir.
Kolay ve hızlı okuyamayan bir öğrenci, derslerinde başarı gösteremez; başka deyişle, öğrenim hayatında başarısızlığın temelinde okuma yetersizliği vardır. Ortaokul birinci sınıf öğrencisi, dakikada 225 sözcük okuyabilmelidir. Bu hız lisede 300'e çıkmalı, yüksek öğrenimde daha artmalıdır. Amerika cumhurbaşkanlarından Franklin Delano Roosevelt (Franklin Rozıvelt)'in bir bakışta bütün bir sayfayı okuyabildiği söyleniyor. Yine Amerika cumhurbaşkanlarından John Fitzgerald Kennedy (Jon Fitzjerald Kenedi), Fransız romancı Honare de Balzac(Onare dö Balzak) çok hızlı okuyuculardandır.
Herkes okuma hızını artırabilir. Her gün beş on dakikanızı daha hızlı okumaya ayırın; bir dakikada daha çok sözcük okumaya dikkat edin. Saat tutarak kendi hızınızı ölçün.
Üzerinde durduğunuz okuma yolunun «sessiz okuma» olduğunu başta bildirmiştik. Sessiz okuma, sesli okumaya göre, normal bir okuyucuda %60 daha hızlı olabilir. Ancak, sessiz okuma yaparken, sözcükleri «içten söyleme» alışkanlığını bırakmak gerektir. «Içten söyleme», okuyucunun, ses çıkarmadığı halde sözcükleri içinden hece hece söylemesidir. Konuşma organlarının bu gizli hareketi, okuma hızını keser; sessiz okumayı, sesli okuma durumuna getirir. Sessiz okuma yapan okuyucu, gözünü satırlar üzerinde kaydırarak anlamı kavramaya çalışmalıdır.
Okuma uzmanları, yetersiz bir söz dağarcığının hızlı okumaya engel olduğunu söylerler. Gerçekten, metin içinde yabancı bir sözcük, terim, deyim sizi durdurur; çünkü bu anda anlama akışı kesilir, O halde sözcük dağarcığım zenginleştirmek gerektir.
Bilmediğiniz bir sözcük için hemen sözlüğe başvurmayınız, bunun anlamım sözün gelişinden çıkarmaya çalışınız. Yazıyı bitirdikten sonra, tabii, bazı sözcükler, deyimler için sözlüklere, ansiklopedilere bakmanız gerekecektir.
Her yazı türü için çeşitli okuma yolları uygulayabilirsiniz; Gazetelerde haberlerin yalnız birinci paragraflarını okumak, size haberin özünü verir; çünkü haber yazıları önce olayı anlatır, sonra ayrıntıları verir. Makaleler okunmadan önce birinci paragrafın tamamı, öbür paragrafların ilk cümleleri, son paragrafın gene tamamı okunur; böylece konu üzerinde genel bir bilgi edinilmiş olur. Konu ilgi çekerse, makale baştan sona yeniden okunur. Öykü, roman gibi eserleri okurken olayı kavramaya, kişileri ve birbirleriyle ilgilerini anlamaya dikkat edilir.
Ders kitaplarını okuma yolunu öğrenmek, başarı kazanmaya yardım eder: Bir ders kitabından bir konu okunup öğrenilecekse, önce konunun başlığına ve alt başlıklarına bakılır. Sonra, makalelerde yapıldığı gibi, bölümlerin birinci paragrafları okunur; alt paragrafların ilk cümleleri gözden geçirilir. Bu göz atma, konu ve bölümleri üzerinde genel bir bilgi edinmeye, konuyu bütünüyle görmeye yardımcı olur. Bundan sonra bütün bölüm başlan okunur. Böylece konu daha kolay öğrenilir. Ders kitaplarını okurken tanımlar ezberlenir, özel adlar ve önemli olayların tarihleri hatırda tutulmaya çalışılır.
Hızlı bir sessiz okuma, ne güzel sonuçlar verir!

Insanlar niçin içki kadehlerini tokuştururlar

Bu konuda iki ayrı açıklama vardır. 1) Insanların beş duyusunu tatmin amacıyla şarap kadehini sofrada çın sesiye tokuşturmak. Şarabın rengi, görme; diliyle tat alma; burunla koklama;eliyle dokurma,ve çın sesiyle işitme. Şarap bütün duyguları tatmin eder anlamını taşır. 2)Antik çağlarda bir insanın düşmanını yemeğe davet edip,ona zehirli içki sunması doğal sayılıyordu. Ev sahibi içkinin zehirsiz olduğunu kanıtlamak için kendi içkisini havaya kaldırır ve misafirin içkisinden bir yudumun kendi kadehine dökülmesini isterdi. Sonra aynı anda içkilerini içerlerdi. Misafir böyle durumda ev sahibine güvenini göstermek için kadehini ev sahibinin yukarı kaldırdığı kadehe hafifçe vurur, çın sesiyle içkiyi denemeye gerek olmadığını gösterirdi.

önceden verildiyse özür dilerim

Kuşlar nasıl konuşabiliyor?

Her insan ağzıyla konuşur ama konuşabilmeyi sağlayan asıl organ beyindir. Beyinde oluşan düşünceler dilimize ve dudaklarımıza aktarılır. Hayvanlar bu nedenle konuşamaz. Papağan ve benzeri kuşların yaptıkları konuşma değil, mükemmel bir ses tınısı ezberi ve tekrardır. Sesleri ezberler ve taklit ederler. Kuşların ses organları memeli hayvanlardan farklı olarak gırtlakta değil göğüs kafeslerinn dibinde, karın boşluğunun derinliklerindedir. Kuşların doğasında ses taklit yeteneği vardır. Doğayla içiçe yaşarken diğer kuşların seslerini taklit ederek bir çeşit iletişim sağlarlar.

Yağmurda Karıncalara Niçin Birşey Olmuyor ?

Bir karıncayı alın, suyun içine batırın, saatlerce tutun ölmez. Sudan çıkardığınızda ölü gibi görünür ama birkaç saat içinde kendine gelir. Biz insanlar böyle suya batırılsak, nefes alamadığımız için oksijensizlikten ölürüz ama su karıncaların çok ince olan nefes tüplerinden içeri giremez. Karbondioksitten narkoz yemiş gibi olurlar.

Tabii ki bu süre çok uzarsa onlar da ölürler ama dayanma süreleri inanılmazdır. Ne var ki, karıncalar yağmur ve seller altında bu şekilde nefeslerini tutarak mücadele vermiyorlar. Yağmuru hissedince yuvalarına giriyorlar ve giriş yollarını tıkıyorlar.

Ateş karıncası denilen bir türünde ise karıncalar birbirlerine tutunarak sel sularının üstünde yüzüyorlar. Bir yerde karaya vurup çıkıyorlar. Tabii kraliçe karınca ortada, yüksekte ve mümkün olduğunca kuru tutuluyor. Karınca yuvaları inşaat tekniği olarak örnektirler. Yuvanın girişine bağlı ve buradaki suyu alıp başka tarafa verebilen birçok tünel daha inşa ederler.

Bazıları ise yuvalarının üstünü öyle sağlam kapatırlar ki, sel sularının bir evin çatısının üstünden aşması gibi geçip giderler. Yine de bir aksilik olur, yuva su ile dolarsa, karıncalar çöp ve yaprak parçalarına veya yukarıda belirtildiği gibi birbirlerine tutunup yüzebilirler. Çok şiddetliyağmurdan sonra oluşan çamur tünellerini kapattığı zaman ise yuvalarını yeniden inşa etmek zorunda kalırlar.

Gündelik hayatta artık yaygın olarak kullanılan mikrodalga fırınların kapaklarında kaçak yapmamaları, insanlara zarar vermemeleri için özel tedbirler alınır. Ancak bir mikrodalga fırınına girmiş karıncaya, fırın çalıştığı sürece bir zarar gelmeyeceğini biliyor muydunuz? Mikrodalga fırınlarında ışın yoğunluğu bir noktaya göre ayarlıdır. Bu nokta hemen hemen fırının ortasıdır.

Bu nedenle yiyecek, her tarafı eşit pissin diye ortada dönen bir tabla üzerine konulur. Karıncalar fırında ışınların daha az yoğun olduğu bölgeleri hissederler. Zaten sıcak bölgelere girseler de, vücut yüzey alanlarının hacimlerine oranla yüksek olması nedeni ile ılık bölgeyi bulana kadar kendilerine zarar gelmez…….

Akıl ile zeka arasında fark nedir?

Akıl yalanla gerçeği, doğruile yanlışı ayırabilme, bir konuda düşünce yürütebilme ve görüş bildirme yeteneğidir. Insan olgunlaştıkça aklı gelişir. Zeka ise bir olayı önce anlama, ilişkileri kavrama, yargılama ve açıklayarak çözme yataneğidir. Genel olarak 12 yaşına kadar gelişir, 20 yaşına kadar sürer sonra sabit kalır. Zeka bir insanın her türlü olay karşısında aynı yeteneği gösterebileceği anlamına gelmez. Bir besteci müzik yapıtını aklıyla değil zekasıyla yaratır. Fakat en basit matematik problemini çözemeyebilir. Sonuç olarak zeka, ruhsal olaylara, algı ve hafıza yeteneğine, tutkulara, eğilimlere göre farlılıklar gösterir. Akıl somut olarak ölçülemez, zeka IQ denilen testle ölçülebilir.

Matematikte niçin (-2) ile (-2) nin çarpımı (+4) tür?

Haftanın beş günü işe otobüs ile gidip geldiğinizi varsayalım. Her sefer bir milyonluk bir biletle yapılıyor. On milyon tutarında on tane bilet aldınız. Hergün gidiş geliş kullandıkça iki tanesi eksiliyor. Bunun eşitlikteki yeri (-2) dir. Siz bu işi beş gün süresince yani 5 kez yaparsanız (-2)x(+5)= 10 olur. Diyelim ki bayram tatilinin iki günü o haftanın Perşembe ve Cuma günlerine geldi ve tatil. Bu kez yapmanız gerekeni yapmıyorsunuz. Iki günlük 4 bileti kullanmıyorsunuz. Bu hareket, yapmanız gerekene göre negatif yani ters yönde bir harekettir. Hergün bilet almak yerine iki gün süresince hiç bilet kullanmıyorsunuz.Iki kere negatif hareketi "-2" bilet üzerinde yapınca o hafta elinizde (-2)x(-2) =(+4) bilet kalıyor.

Hayat ve Felsefe – Montaigne

HAYAT VE FELSEFE
Montaigne

Çok gariptir; çağımızda işler o hale geldi ki felsefe, anlayışlı insanlar arasında bile, ne teorik ne pratik hiçbir yararı ve değeri olmayan boş ve kuru bir laf olup kaldı. Bence bunun nedeni, felsefenin ana yollarını sarmış olan safsatalardır. Felsefeyi, çocuklar için ulaşılmaz, asık suratlı, çatık kaşlı ve belalı göstermek büyük bir hatadır.

Onun yüzüne bu sahte, bu kaskatı bu çirkin maskeyi kim takmış? O ki hep bayram ve hoş zaman içinde yaşamayı emreder bize. Gamlı ve buz gibi soğuk bir yüz içimizde felsefenin barınamadığını gösterir.Felsefeyi barındıran ruh, kendi sağlığıyla bedeni de sağlam etmeli.

Huzur ve rahatın ışığı ta dışardan görünmelidir. Dış varlığı kendi kalıbına uydurmalı ve böylece ona sevimli bir gurur, hareketli ve neşeli bir tavır, memnun ve güleryüzlü bir hal vermelidir. Bilgeliğin
en açık görüntüsü, sürekli bir sevinçtir. Onun durumu, aydan daha yukarda olan şeylerin durumu gibidir. Hem de rahat. Müritlerini çamur ve kir içinde yaşatan felsefe değil, Barocco ve Baralipton'culardır. (Skolastikte bazı önerme türleriyle ilgili uydurma sözcükler.) Onlar felsefenin yalnız adını duymuşlardır. Yoksa nasıl olur? Felsefe ruhun fırtınalarını dindirmeyi, açlığı ve hastalığı gülerek karşılamayı, birtakım uydurma müneccim işaretleriyle değil, doğal ve somut yollarla öğretmeye çalışır. Felsefenin amacı erdemdir; bu
erdem de, medresenin söylediği gibi, sarp, yalçın ve çıkılmaz bir dağın başına dikilmiş değildir.

Ona yaklaşanlar, tersine güzel, bereketli ve çiçekli bir ova içinde görürler onu. Orada erdem yine her şeyden yüksektedir; fakat yerini bilen olunca, ona gölgeli, çimenli, güzel kokulu yollardan, güle söyleye, göklerin kubbesi gibi rahat ve dümdüz bir inişle varılabilir.

Bazıları bu yüksek, bu güzel, bu zafer sevinci dolu, aşk dolu, tadına doyulmaz, yiğitliğine ulaşılmaz erdemin, tatsızlığa, rahatsızlığa, korkuya, zorbalığa açıkça ve amansızca düşman olan, kendine doğayı kılavuz, mutluluğu ve zevki eş bilen erdemin semtine uğramadıkları için gitmişler, güçsüzlüklerine uygun olarak, böyle kasvetli, titiz, somurtkan, eli sopalı, asık suratlı, anlamsız bir erdem örneği tasarlamışlar ve onu, insanları korkutmaya mahsus bir umacı gibi, dünyadan uzak bir kayalığın üstüne, dikenlikler arasına koymuşlar…

Gerçek erdem zengin, kudretli ve bilgili olmasını, mis kokulu yataklarda yatmasını bilir. Hayatı sever; güzelliği de, şanı ve onun da, sağlığı da sever. Fakat onun öz be öz işi, bu nimetler ölçü ile
kullanmasını ve yiğitçe bırakıp gitmesini bilmektir: Çetinliğinden çok daha fazla büyüklüğü olan bir iş, ki onsuz her hayat bozuk, karışık ve şekilsizdir ve bu yüzden tehlikeli engeller, dikenlikler ve ejderhalarla dolmaya elverişlidir.

Eğer eğitilecek genç, acayip yaratılışlı olur da güzel bir yolculuk hikayesi, yahut anlayabileceği bir felsefe konusu yerine masal dinlemeyi yeğ tutarsa, arkadaşlarının genç dinç yüreklerini coşturan davullar çalındığı zaman o, kendisini hokkabaz oyunlarına çağıran arkadaşının yanına giderse, bir savaştan toz toprağa ve zafere bürünüp dönmeyi, top oyunundan yahut balodan bir armağanla dönmekten daha hoş ve daha çekici bulmazsa, bu genç için bir tek çare görüyorum:

Eğitmeni onu daha çocukken, kimseye duyurmadan boğar; yahut da bu gence, bir düka'nın oğlu bile olsa herhangi bir şehirde pastacılık yaptırılır.

Platon der ki, çocuklara babalarının yeteneklerine göre değil, kendi yeteneklerine göre meslek bulmak gerekir.

Mademki asıl felsefe bize yaşamayı öğreten felsefedir ve mademki çocuğun da öbür yaştakiler gibi, ondan alacak olduğu dersler vardır, niçin çocuğa felsefe öğretilemezmiş:

Udum et molle lutum est; nunc properandus, et acri Fingendus sine
fine rota (Persius)

Çamur yumuşak ve ıslak; çabuk, çabuk olalım. Durmadan dönen çark biçim versin ona.

Bize yaşamayı ömür geçtikten sonra öğretiyorlar. Cicero dermiş ki, iki insan hayatı yaşayacak olsam bile, lirik şairleri incelemeye zaman harcamam. Bence bu dırdırcılar daha hazin bir şekilde yararsızdır. Çocuğumuzun o kadar yitirecek zamanı yoktur: Pedagogların elinde ancak hayatının ilk on beş, on altı yılını geçirebilir: Geri kalan zaman hayatındır. Bu kadar kısa bir zamanı zorunlu bilgilere verelim; üst yanı emek israfıdır.

Hayatımızın işine yaramayan bütün bu çetrefil diyalektik oyunlarını kaldırıp atın; iyi seçmesini ve iyi açıklamasını bilmek koşuluyla basit felsefe konuları alın: Bunlar Boccacio'nun masalından daha kolay anlaşılır. Bir çocuk bunları sütnineye verildiği andan itibaren okuma yazmadan çok daha kolay öğrenebilir.

Felsefenin insanlara, yaşamaya başlarken de, ölüme doğru giderken
de söyleyecekleri vardır. (Kitap 1, bölüm 26)

Michel Eyquem de Montaigne Kimdir;

(28 Şubat, 1533 – 13 Eylül, 1592) Fransız Rönesans yazarı.

28 Şubat 1533 tarihinde Périgord'da doğdu, 13 Eylül 1592 tarihinde aynı kentte öldü. Katolik inançlarına bağlı varlıklı ve soylu bir ailenin çocuğudur. Babasının etkisiyle çok küçük yaşta öğrenim görmeye başladı. 1546 yılında Collége de Guinne'yi bitirdi. Toulouse Üniversitesi'nde hukuk okudu. Bir süre Bordeaux parlamentosunda danışmanlık, sonra belediye başkanlığı, Etat Généraux'da milletvekilliği yaptı. Almanya ve Italya'yı gezdi. Daha sonra şatosuna çekilerek kendini bütünüyle felsefe ve edebiyata verdi. Felsefede us ilkelerine dayalı kuşkucu bir yöntemi benimsedi. Montaigne başlıca yapıtı denemeler (Essais) için "ben kitabımı yaptığım kadar da kitabım beni yaptı" der

Deneme türünün yaratıcısı olarak kabul edilir. En önemli eseri Denemeler'de, insanı, özellikle de kendini büyük bir açıksözlülükle inceler. Bu denemelerin bir bölümü Sabahattin Eyüboğlu tarafından Türkçeye çevrilmiştir.

Allahın var olduğu kanıtları

Japonlarin neden kareli gömlek giydiğini..

japon ve çinli mühendislerin katıldıkları fuarlarda yada yurt dışı gezilerinde, firma ziyaretlerinde sürekli kareli gömlekler giydiklerine şahit oluruz

ve zırt pırt ne görseler resim çektirirler.

gömleklerindeki kareler ölçü almak içinmiş. nerde yeni bir tezgah yada makine görseler yanına geçip resim çektirirler, daha sonra da çektirdikleri bu resimlerden ölçü alarak makineleri kopyalarlarmış.

bunları biliyormuydunuz… 2

NeDeN BaZı AYLaR 30 YaDa 31'Le BiTeR

Olay, Sezar döneminde geçiyor. Julius Sezar, takvimdeki karışıklıkları
çözmesi için Mısırlı astronomi bilgini Sosigenes'e emir veriyor. O
zamanlarda 1 yılın 365 gün 6 saat sürdüğü biliniyor.

Sosigenes de çözüyor:
HER YIL 365 GÜN ÇEKECEK.
HER YILDAN 6 SAAT ARTACAK.
ARTAN SAATLER 4 YILDA BIR TAKVIME EKLENECEK VE
O YIL 365 + 24 SAAT = 366 GÜN OLACAK.

366 gün 12 eşit parçaya bölünmediği için 6 ay 30 gün, diğer 6 ay 31 gün
çekecek. Peki 365 gün çeken yıllarda aylara göre dağılım nasıl olacak?

Yüce Sezar emir veriyor: 365 GUN CEKEN YILLARDA EN SON AYDAN 1 GÜN
DÜŞÜLSÜN. O zamanlar yılbaşı, Mart ayında. Yani Şubat, yılın son ayı.
(September=7, October=8, November=9, December=10 da buradan geliyor) böylece
Şubat ayı, 4 yılda bir 30 gün, diğer yıllarda 29 gün olmuş. Yüce Sezar,
bununla da yetinmeyip aylardan birine kendi ismini vermiş: JULIUS, yani
JULY.

Sonradan imparator olan Augustus, Sezar'dan aşağı kalmamış ve sonraki
aya kendi ismini vermiş: AUGUSTUS, yani AUGUST. Ancak Julius Sezar'ın
ayı 31 günken Augustus'un ayı 30 gün olur mu ? O da emir vermiş: YILIN
SON AYINDAN 1 GÜN DAHA ALIN, BENIM AYIMI DA 31 GÜN YAPIN. Zavallı
Şubat'tan 1 gün daha Alınmış ve Ağustos'a eklenmiş. O gün bu gündür Şubat ayı,
4 yılda bir 29 gün, diğer yıllarda 28 gün, Sezar'ın ayı Temmuz ve
Augustus'un ayı Ağustos da peşpeşe 31 gün çeker oluvermiş

Bermuda şeytan üçgeninin sırrı

Bermuda Seytan Ucgeni Atlas Okyanusu'ndaki bu bolgede, ozellikle son 60
yilda bircok gemi ve ucak kaybolmus ve bunlardan geriye tek bir iz bile kalmamisti. Kimsenin aciklama getiremedigi bu esrarengiz fenomen, icinde bilimadamlarinin da bulundugu pek cok insan tarafindan "dogaustu bir takim
guclerin yaptirimi" olarak algilandi ve oyle lanse edildi. Ancak, uzun yillardir devam eden arastirmalar birkac yil once bir sonuc verdi ve bu gizemli olaylarin aslinda basit bir "Doğalgaz Cilvesi" oldugu aciklandi.

Yer altindan fiskiran dogal gazlar, sadece yuksek kara parcalarindan
degil,deniz ve okyanus tabanlarindan da cikarlar. Cunku deniz tabanlari da

ustu suyla kaplanmis alcak kara parcalaridir. Ancak, okyanuslar cok derin
olduklarindan tabanlarinda buyuk basinclar vardir. Bu yuksek basinc
altindaki bolgelerden cikmak isteyen dogal gazlar, oradaki cok dusuk isinin
da etkisiyle kati hale donusurler ve "hidrat" denilen beyaz ve tebesirimsi
bir madde haline gelirler. Cok derinlere dalabilen robot kameralarinin bu
bolgedeki karbeyaz okyanus tabanini ve bazi gemi enkazlarini
resimlemesinden sonra konuya su bilimsel aciklama getirilmistir:

Bu bolge, Gulf Stream denilen sicak su akintisinin da gectigi yerdir.
Tabanin bazen isinmasi yuzunden, bu "tebesir gazlar" erir ve sudan hafif
olduklari icin yuzeye dogru yukselirler. O anda, tabandan yuzeye kadar bir
bosluk (vakum-girdap) olusur ve okyanus adeta delinir. O sirada oradan
gecen yuzer ne varsa, derin bir kuyuya duser gibi hizla okyanusun dibini
boylar.

Cunku, gazin kaldirma kuvveti gemileri tasiyacak guce sahip degildir. Gaz
yukselmesi sona erince bosluk tekrar suyla dolar ve geriye hicbir iz
kalmadan kocaman gemiler kilometrelerce derine gomulmus olurlar.

Ucaklarin duserek kaybolmasi ise gene ayni sebeptendir. Yuzeye cikan dogal
gazlar , havadan da hafif olduklari icin yukselmeye devam ederler. Bu kez
vakum , bolgenin uzerindeki atmosferde olusur. Oradan tesadufen gecen bir
ucak hemen irtifa kaybeder ve motorlari durur. Cunku, motorlardaki benzinin
yanmasi icin oksijene ihtiyac vardir ve o boslukta hava olmadigi icin
oksijen de olmaz. Boylece ucak da, hizla okyanus tabanini boylar. Meğer ki onca yıldır merak ettiğimiz Bermuda, sadece doğalgaz yüzünden böyle gizemli bir hal almış.

küresel ısınma

küresel ısınma yüzünden yükselen deniz seviyesi 2050 yılında Shangai ve deniz kıyısındaki diğer Çin şehirlerinde büyük sellere neden olacak.Bu sellerde 76 milyon kişi evsiz kalacak

Aynalara dikkat…

Son yillarda ozellikle Amerika' da yayginlasan cift yonlu ayna kullanimi hakkinda bir uyaridir.
Kaldiginiz otelin odasinda  veya girdiginiz soyunma kabininde bulunan ayna  acaba siradan ve normal  bir ayna mi yoksa diger taraftan birinin sizi  izledigi cift yonlu bir  ayna mi?
Bunu anlamanin basit ve pratik bir yolu var;  parmaginizi tirnaginiz ayna yuzeyine gelecek  sekilde aynaya dokundurun.  Eger tirnaginiz ile tirnaginizin aynadaki  yansimasi arasinda bir bosluk  varsa Sorun Yok demektir, bu normal bir ayna…
Eger tirnaginiz ile tirnaginizin aynadaki  yansimasi arasinda bir bosluk  YOKSA, yani tirnaginiz ve aynadaki goruntusu  dogrudan birbirine temas  ediyorsa Dikkat IZLENIYORSUNUZ..

 
Bugün 36 ziyaretçi (52 klik) kişi burdaydı!




Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol